New York’lu genç Türk yönetmen Şerife Potuk ile ‘Kelebek Filmi’

Roportaj: NURAN ALKAN

“Çirkin tırtılların binbir gayretle kozalarından güzeliğin simgesi olarak çıkarlar kelebekler. Üstelik ardında da ipek gibi bir dokumaya hayat verirler. Öyle ya yeryüzünde ne her böcek kelebek olur ne de kelebekler tırtıl olmadan önce kendi renklerinin sahibi olurlar. Desenleri her biri ayrı bir sanat ve işçilik eseridir adeta. Her yeni gün insanoğlu için de yeni bir oluşum ve dönüşümü temsil eder. Sabır ve zaman tıpkı kelebekler gibi bizleri olmamız gereken kişiye yani birer sanat eserine dönüştürür. Zamanla da içimizdeki ışığı çevremize yayarız. Tabiki yüregimizde o ışığı taşıyorsak. Öyle ya “Kelebeklerin ve arıIarın arzuladığı bir çiçek olmak varken, sinekIeri cezbeden bir bok parçasıydım.” dememişmiydi Charles Bukowski de. İşte Şerife Potuk’un yaptığı çalışmada da vermek istediği mesaj burada yatıyor bence. “Güzeli gören güzeli bulur.” diyorum ben ona.”

Kelebeği kelebek yapan, güzelliği ve hafifliğinin yanında, onun vazgeçilmez özgürlüğüdür…

Hayatta kalmanın savaşını verir kelebekler, tıpkı biz insanlar gibi. Ve hayatları boyunca da eslerini ararlar nesillerini devam ettirmek için. Bu nedenle umudu öğretir kelebek. Aşkı temsil eder. Yani yaşamın, aşkın ve güzelliğin simgesidir, onlar. Üstelik, kelebeği kelebek yapan, güzelliği ve hafifliğinin yanında, vazgeçilmez özgürlüğüdür: Onu çiçekten çiçeğe uçuran özgürlüğü. Özgürlügün de simgesidir. Chuang Tzu, bir kere rüyasında bir kelebek olduğunu görmüştü. Uyandığında ise kelebek olduğunu düşlemiş bir insan mı yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi olduğunu bilmiyordu. “İşte Kelebek” filminin öyküsüde bir rüya ile başlıyor. Özgürlügüne uçan bir kelebek ve onu arayan Angela’nın öyküsü.

25. Saatte sunulan hayatı dolu dolu yaşamak!

Angela’nın her fırça darbesinde narin bir kelebek uçar yitirdiği umutlar diyarına Richard’ın. Ateşler düşen yureğinden ölüme sunduğudur canıdır aslında. Hayata olan çaresizliğini, ezikliğini görmektedir Angela’nın yaptığı tablolarda. Nefes aldığı kadar kendini kaybolmuş hissetmektedir Richard. Onun için yaşam artık iflah olmaz bir kelebektir, salına salına ellerinden kayarak sona yaklaşan. Hiçbir ömür tamamlanmadan nihayetlenmiyordu elbette. Onun da bu hayattan gitmeden önce yapması gereken bir şey vardı ama adını henüz koyamadığı. Zülfü Livaneli’nin söylediği gibi “Bazı kelebek türlerinin bir günlük ömrü, hücre bölünmesinin hızlı olmasından dolayı, insanın 80 yılına denktir. Bu durumda 70 yaşında ölen bir insan mı daha uzun yaşar, 25. saatini gören bir kelebek mi?” Richard bankata öylesine otururken aslında 25. Saatini yaşamayı düşlüyordu yüreğinde. İkinci bir şans ile yaptığı hataları bir daha yapmayacak ve ona sunulan hayatı dolu dolu yaşayacaktı aslında.

“Yara alınca insan, Kelebek Kanatlarında Bulur Hayatı”

Bank’ta sızıp kalması Angela’nin dikkatini çeker ve bir kelebek ürkekliğinde Richard’ın yanına yaklaşır. İnsanlar sen ne gösterirsen onu görürler. Evsiz birine merhaba demekten çekinmez Angela. Çünkü o, yaptığı tablolarda kelebeklerin temsil ettiği güzellikleri resmederek, özgürlüğü, aşkı, hayatı, umutları, hayalleri, mutluluğu yansıtan “kelebek gibi” bir insandır. Ama aynı zamanda da geçimini bu tablolardan elde ettiği gelirle kazanan, yaşamın sunduğu zorluklarlara da göğüs geren binbir güçlükle kozasından çıkmaya çalışan bir sanatçıdır. Hayatta kim olduğunun ve ne yaptiğının farkındadır. Gülen gözleri kelebek etkisi yaratmaktadir adeta. Yaşamak onun için bir umuttur tüm olumsuzluklara rağmen. Tam da bu noktada kendimizi sorgulamamıza bir kapı açıyor bu film. Peki ya insan? Kelebek istediği çiçeğe konarken, o çiçekle bütünleşirken kaç insan yaşadığı doğanın güzelliklerinin ve hayatın ona sunduklarının farkındadır? Bankta onu izleyen Richard da aslında o anda farkına varmıştır bir kelebek olduğunun ya. Ancak kanatları yolunmuş bir kelebektir artik, o. Bir daha göklerde uçamamanın verdiği acıyı yaşamaktadır. Beynindeki zonklamalar eşliğinde acıyla nefes alıp vermektedir, çaresiz. Bir o kadar da yanlız. Çünkü o ana kadar kelebek olduğunun farkında olmadan geçen yılların hayal kırıklığı bağrını delerken yaşamından son dakikalarını ve ölümün nefesini hissetmektedir ensesinde. Ve farkına varıyor aslında hayatta kaldığı sürede sadece pişmanlıklar biriktirdiğinin. Üstün Dökmen’nin sorguladığı gibi; “Uzun ama renksiz bir yaşam mı istersiniz, yoksa kısa ama renkli bir yaşam mı?” işte bu soruya bir farkındalık sağlıyor “Kelebek” filmi. “Yara alınca insan, Kelebek Kanatlarında Bulur Hayatı” demiş bir şaairimiz. İşte Richard’da Angela’nın yaptığı çalışmaları izlerken yaşamın anlamını buluyor. Tırtıl olarak yaşadığı onca yıldan sonra kozasından kelebek gibi insan olarak az yaşayacağını bildiği halde kelebek etkisi bırakıyor Angela’nın gönlüne.

Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar, oluşurlar…

Emre Kongar’ın betimlediği gibi “verirken ve severken zarif ve güzel, karşılık beklemediği için de ağırlıksızdır, kelebekler.” tıpkı Angela gibi. Angela’nın bir kelebek gibi Richard’ın yanına süzülmesi ona kalan kısacık ömründe bir direnç aşılamıştı. Umudu ve geleceği görmüştü Richard Angela’nın gözlerinde. Ve kelebek ilişkiler vardır, genellikle kendi iradeleriyle gelir ve yine kendi iradeleriyle uçup giderler ya işte onların gönül dostluğu da artık öyleydi. Ancak kısa sürmüştü bu gönül dostluğu. Aynı yerde tekrar buluşuncaya kadar ayrılmışlardı. Çünkü Richard sonsuzluğa ruhunu uçuran bir kelebekti artık. O günden sonra da bir daha asla görüşmeyeceklerdi ancak Angela onu yüreğinde taşıyacak ve de tablolarıyla yeni insanlarla tanıştıracaktı onun olumsuz ruhunu. İşte güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar, oluşurlar.. tıpkı kelebekler gibi. Kelebek filmi de Richard’ın bu dönüşümüne tanık ediyor bizleri. Zamansız gelen ölüm bir kelebekten ne götürebilirdi ki? Richard, Angelaya yaptığı iyilikle kelebeklerin ömrüne ömür katmıştı aslında. Çünkü hayat dediğin bir “kelebek etkisi”nden başka nedir ki?

Hayat dediğin bir “kelebek etkisi”nden başka nedir ki?

Bu film aslında bizlere yüreğinizde ve ruhunuzda uçuşan kelebekleri uçurmamızı ve dünyayı güzelleştirmek için bir çaba da bizim harcamamız gerektiğini öğretiyor. İnsanların yaşadığı her gün bir kelebek gibi yaratıcının güzelliğinin yansıdığı sonsuz yaşam sırlarıyla dolu. Zaman zaman belki sıfırı görüyoruz. Hatta okyanusun derinlerine atılmış gibi kendimizi yanlız ve çaresiz hisssediyoruz. Yaşamın omuzlarımıza yüklediği sorumluluklar altında eziliyoruz. Hatta hiç olmadık kayıplar ve acılar yaşayabiliyoruz. Kelebekten farklı olarak çok daha güçlü olan insan, hayatın bütün acı tatlı cilveleri ile başa çıkabiliyor. Ve her yeni doğan güne kozasından çıkan bir kelebek misali yeniden başlıyor hayata. Her kanat çırpışı kelebeği, her yeni gün de insanı ölüme adım adım yaklastırsa da bıkmadan usanmadan kelebek etkisiyle mutluluk ve iyilik yaymamız gerektiğini söylüyor. Bütün acılara, hayatın bütün olumsuzluklarına rağmen bunu yapabileceğimizin mesajını veriyor film. Gelecek nesillere aşkı, özgürlüğü, iyiliği taşımanın güzel bir çalışması olmuş Şerife’nin 15 dakikaya sığdırdığı bu öykü.

Sonuç olarak filmden de çıkardığımız mesajı Kongar’ın da dediği gibi bitirelim istedim;

“bir gün kelebek gibi bir insana, ya da bir insanın size sunduğu kelebek gibi bir ilişkiye rastlarsanız, aman onu kaçırmayın. Ancak çok çok özel insanlar, o da belki günün birinde, kelebek gibi bir insana ya da ilişkiye sahip olabilir. Çünkü kelebekler yalnız hem dürüst ve namuslu, hem de bu toplumda dürüst ve namuslu kalabilecek kadar akıllı ve güçlü olan insanlara konarlar. İşte bir kelebek insana ya da kelebek bir ilişkiye rastladığınızda, onu koruyarak sürdürmenin gizi de ona sahip olmaya çalışmamakta yatar. Kelebek insanlar veya kelebek ilişkiler genellikle kendi iradeleriyle gelir ve yine kendi iradeleriyle uçup gider. Ne zaman geleceğini pek bilemezsiniz.”

Gelin bir de Serife’nin öyküsünü ve film hakkındaki görüşlerini kendisinden dinleyelim…

Amerikaya gelen herkes tıpkı Kelebekler gibi içten bir değişim geçirir. Bu değişim sürecini sen nasıl yaşadın? Ya da hala daha yaşıyor musun?

Amerika’ya gelmeye karar vermişseniz kendinizi o değişime hazırlamışsınız demektir. En azından bu benim için böyleydi. Amerika maceramın başlaması ile yepyeni bir hayata geçiş yaptım. Hem karakter olarak çok fazla değiştim hemde düşünce olarak. Eskiden daha içine kapalı, sakin, dingin haklı olduğum halde hakkını aramayan ama hep eğlenceli ve enerjiktim. Artık farklı hissediyorum. Amerika beni ozgürleştirdi. Artık bir şeyleri konuşmaktan korkmuyorum. Bendeki en büyük değişim bu oldu.

Nasıl başladı bu serüven. Çok farklı bir meslek icra ederken hayallerinin buğulu süsüne kapılıp okyanus ötesine gelmek ve “yönetmen” olmak için çabalamak geride bıraktıklarına değdi mi?

Altı-yedi sene önce Türkiye’de planladığım şeyler gerçekleşmeyince yaşanan hüsranın daha büyük olduğunu gördüm. Amerika’ya geldiğim andan itibaren plan yapmayı bıraktım. Hepsini zamanın akışına bıraktım.

‘Yarın ne olacağım’ endişesiyle yaşamak insanın zihnini de hayat enerjisini de köreltir.’

Hayatımda verdiğim hiçbir karardan pişman olmadım. Risk alınmadan hedefe gidilmez. Önsezilerimin çok kuvvetli olduğunu düşünüyorum ve ona göre hareket ediyorum. Ben hayalimi kovalamaktan yorulmadım. Pes ettiğim durumlarda bile hayal ederken buldum kendimi. Bir zincirleme misali hepsi sırasıyla gerçekleşti. Dil olayını çözmem 2 yılımı aldı ve hemen sonrasında film okulu maceram başladı.

Nasıl karar verdín yönetmen olmaya? Ne etkiledi seni?

Sinema sektörüne ilgim hep vardı. Zaman dilimi vermek gerekirse ilk lise yıllarında başladı Sinema merakım. Ben de her Türk genci gibi Siyah/Beyaz klasik Türk filmleri ve Yeşilcam Filmleri ile büyüdüm. Türkiye’de yaptığım işin beni mutlu etmediğini biliyordum. Her akıllı olmaya çalışan insan gibi ben de her anı kaliteli ve mutlu geçirmek isteyen biriyim. Hayalim olan işi yapmak istedim. Bir insan kendisini neyin mutlu edeceğini biliyorsa sadece hedefe gitmeli mantığında bir insanım.

Filminden biraz bahseder misin, neden “Kelebek”?

“Butterfly” filminin hikayesi; parkta şans eseri biriyle dost olan bir genç bayan resim sanatçısı hakkında olup, hikayede kutsal kitap ve peri masallarının yankıları var. Ancak filmin ana mesajı, “içtenliğin sadık olmasıdır”. Filmin isminin Kelebek olmasının sebebi hikayenin içinde Kelebek olması. Kelebek hikayeye nasıl dahil oldu diye sorarsanız, filmin içine bir sihir yerleştirmem gerekiyordu ve kelebek bunu tamamladı.

Neydi seni bu filmi çekmeye iten?

Film çekmek için sizi birşeyin itmesi gerekmiyor. Herşeyden ilham alabilir ve esinlenebilirsiniz. Kelebek kısa filmini Central Park’da yazdım. İlham kaynağım ise doğa ve insandı.

Kısıtlı bir bütçeyle başladın. Filmi çekerken yaşadığın zorluklar nelerdi? Biran da olsa vazgeçmek istedin mi?

Filmde iç çekimlerden daha ziyade dış çekimler fazlaydı. Bahar ayında çektiğimiz için yağmurlar bizi zorladı. Hava durumu dolayısı ile çekim planı 3 kere değişti ve ertelendi. Alınan izinler iptal oldu. Gününde çekemediğimiz için de yeniden izinler alındı. Bu da bizi bütçe olarak zorladı. Pes etmek bana göre birşey değil. Hayatta bazı tesadüfler olabilir ama daha önce yazılmış bir şey üzerinden yaşadığıma inanmıyorum.

Kontrolun bizde olduğuna inanıyorum. Üç ay hiç birşey üretmeden otursam kimse bana Oscar vermez. Benim bir şeyler yapmam lazım.

Sinema sektörü bana göre kaygan bir zemin sektörü… Sürekli üretmek gerek.

Filmde vermek istediğin mesaj nedir?

Filmin ana mesajı, “içtenliğin sadık olmasıdır” Bu ve bundan sonraki projelerimde de insanlarin hep farkli ve pozitif mesajlar alacağı filmler yapmak istiyorum. Yaptığım son filmin birçok izleyici kitlesine ulaşacağını umduğum için çok heyecanlıyım.

Daha önce bilmedikleri bir hikaye paylaşacağım belkide. Film ve yaşadığım dünya için tutkulu hissediyorum. Umudum başkalarına ilham vermek.

İlkler her zaman insanı heycanlandırır. Seni en çok heycanladıran ne oldu? Duygularını paylaşır mısın?

Filmin üretim öncesi ve üretim sonrası olmak üzere herşeyi ile birebir ilgilendim. Bu biraz beni yordu tabi ama her anın heyacanını yaşadım. Yaşadığım stres bile benim için bir heyecandı. İlk özel gösterim yaptığımda insanlar filmi izlerken ben onları izledim. İşte o an keşke beyin okuma gücüm olsaydı dedim.

Film, hangi festivallerde gosterildi ve hangi festivallerde gosterime girecek?

5 Mart tarihinde ‘BrightSide Film Festivali’nde ilk gösterimi yapıldı. En iyi kısa film, en iyi görüntü, en iyi kadın oyuncu dallarında adaydı ama elimiz boş döndük.

Queens World Film Festivali (Gösterim tarihi: 17 Mart 2017, saat: 7:00’de Museum of The Moving Image)

Manhattan Film Festivali (19 – 30 Nisan 2017)

35th Fair International Film Festival (April 21 – 28, 2017, Tehran).

Gösterimden sonra gelen eleştiri ve yorumlar ne oldu?

Özel gösterimden sonra gelen geri dönüşler güzeldi. İnsanlar ilk kısa filmim olduğuna inanmakta güçlük çekti. Bu da beni sevindirdi açıkçası.

Yönetmenlik senaristliğini nasıl etkiledi? İkisi ayrı şeyler mi?

Scenarist size malzemeyi verir Yönetmen ise onu pişirir. Ben olaya hep böyle bakmışımdır. Bir yönetmenin kendi yazdığı filmi yönetmesi daha kolaydır. Çok isterim başkasının yazdığı bir senaryoyu yönetmek.

Çalışmalarına sanırım Amerika’da devam etmek istiyorsun. Hedefin neler?

Hedefler hep büyük olmalı tabi. Hayallerim var ama dediğim gibi şimdilik plansız yasiyorum. Zaman neler gösterir bilmiyorum tabi. Bir sonraki projem, uzun metrajlı filmi olacak olan ENDURING: A Mother’s Story adlı filmdir. Mehmet Güney’in yöneteceği filmin görüntü yönetmeni ve ayrıca filmin yardımcı yapımcılığı görevini üstleniyorum. Amerika’da çekmek istediğim uzun metraj kendime ait bir senaryom var. Şimdilik bunu soyleyebilirim.

Oscar ödülleri sahiplerini buldugu gece içimden seni de orada görme isteği uyandı. Sen nasıl ve nerede hayal ediyorsun kendini bir yönetmen olarak?

Başarı takıntım var. Bir işe giriyorsam “Ya iyi yapayım ya da hiç yapmayayım” derim. Her şeyi akışına bırakabilirim ama başarıyı bırakmam. Çok incelerim ve istediğim gibi olana kadar sabır ve azimle onu elde ederim. Oscar ve Golden Bear hayalim var.

Dünya ve Türkiye sinemasından özellikle takip ettiğin yönetmenler kimler?

David Lynch, James Cameron, Martin Scorsese, Christopher Nolan ve Pedro Almodóvar listeme yeni aldığım bir yonetmen. Türk yönetmenlerden ise Nuri Bilge Ceylan ve Çağan Irmak.

Yönetmenliği gönlüne koymuş genç insanlara bir mesajın var mı?

Genelde pozitif konuşmak ile birlikte zorluklarınıda anlatıyorum. Bir hayali önce kalbinize sonra kafanıza koyduysanız sizi hiçbirşey ondan vazgeçiremez. Sizi mutlu edecek herneyse peşinden gidin derim.